İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü uhdesinde, Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesince gerçekleştirilen 3. İstanbul Edebiyat Festivalinin Çarşamba günü gerçekleştirilen ikinci etkinliği “İnternet ve Edebiyat Paneli”ydi. Önceki oturumda Hüseyin Akın ve Gonca Özmen’in de üzerinde durdukları “İnternet, Edebiyat Dergilerinin Rolünü Çalıyor mu?” sorusunun cevaplandırılmaya çalışıldığı panelin yöneticisi olan Mahmut Bıyıklı kısa bir giriş yaparak internetin bugün edebiyat üreticileri tarafından yadsınamaz bir noktada bulunduğunu ifade etti. İnternetin iletişim biçimlerini ve okuma kültürünü köklü değişikliklere uğrattığına ve edebiyatın bu değişikliklere paralel olarak yeni imkânlar kazandığına değindi.

Oturumda ilk olarak söz alan Samet Karagöz böylesine iddialı bir başlık atmasının sebebinin sorulması üzerine, ilk matbaaya karşı oluşan tepkilerden bahsetti, İbrahim Müteferrika tarafından coğrafyamıza getirildiğinde karşılaşılan itirazları da aktardı. Kuran’ın el yazısıyla yazılması gerektiğine dair tepkileri aktardıktan sonra “Bugün de benzer durumları görüyoruz, ben internetin gelişimini de böyle anlıyorum” dedi.

E-kitap doğayla barışık

Gittikçe yaygınlık kazanan elektronik kitaplardan bahseden Karagöz, elektronik kitabın matbu kitabın tüm imkânlarını barındırdığını iddia etti. Türkiye’de elektronik kitap endüstrisinin henüz çok parlak olmadığını söyledi. E-kitabın avantajları olarak, kitabın kolay ve oldukça ucuz erişimini saydı. Dezavantaj konusunda da telif haklarında ortaya çıkan problemler olabileceğini söyledi. Karagöz, e-kitabın doğayla barışık olduğunu, kâğıt israfını önlediğini ve maliyeti de ortadan kaldırdığını savundu.

Edebiyatın yeni kalesi internet mi?

Gelecek nesiller için elektronik okuyucuların çok faydalı olacağını belirten Samet Karagöz, ilerde bu cihazların oldukça yaygınlaşacağını tahmin ettiğini aktardı.

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Steve Jobs’un biyografisinin 6 saat içinde 1000 elektronik nüsha sattığını hatırlatarak bunun oldukça iyi bir rakam olduğunu söyledi.

İnsanların zamanında kitap sanal ortamda okunur mu diye sorduklarını ve buna tepki gösterdiklerini söyleyen Karagöz, radyonun üretiminden 35 yıl sonra tüm dünyaya yayıldığını, televizyonun bunu 15 yılda gerçekleştirdiğini, internetinse 5 yıl içinde 50 milyona ulaştığını ve bugün milyarlarca kişinin interneti kullandığını ifade etti.

Edebiyat dergileriyle internet üzerinden yayın yapan sitelerin aynı kulvarda değerlendirilmemesi gerektiğini, internet dergiciliğinin çok daha avantajlı bir konumda olduğunu belirtti. Editörü, yayın yönetmeni ve kadrosu olan e-dergilerin bulunduğunu hatırlatan Karagöz, edebiyat dergilerinin en çok gözlenen sıkıntısı olan yer sıkıntısının internet dergiciliğinde bulunmadığını ileri sürdü. Afili Filintalar’ı buna örnek gösteren Karagöz, sitenin internetin imkanlarını kullanan edebiyat çabalarının en önemli örneklerinden birini oluşturduğunu söyledi.

Blog yazarlığı artıyor ama okur kayboluyor

Gökdemir İhsan, gençlerin Facebook’ta yaptıkları alıntılar üzerinden söze başlayarak, yazmadığı fakat kendisine atfedilen alıntılardan bahsederek izleyicileri gülümsetti, “Bir yerden sonra alıntılarla konuşmak hiçbir şey söylememeyi de beraberinde getirir” dedi. Okurun kayboluşunu yazarın ölümü meselesine bir göndermeyledüşündüğünü söyleyen İhsan, herkesin hemen hemen blog yazarı olduğunu hatırlattı ve bu konudaki şikayetlerden bahsetti. İhsan, yazarların internet yazarlığını eleştirdiğini ifade ederek, okumayı çok sevmeyen kişilerin yazar olma hevesiyle dolduklarına dair tespitleri aktardı. Bir kıskanma, çekememe durumunun var olduğunu ifade eden İhsan, neden yazarların telaşla internet yazarlığını kötülemeye başladıklarını biraz konumların korunma güdüsüyle ilişkili olduğunu belirtti. Türkiye’de yazar camiasının cemaatlere benzediğini söyleyen İhsan, “konvensiyonel” olarak nitelediği yazarların bu cemaatlerin internetle birlikte gelen ‘demokratik açılım’a karşı çıktıklarını söyledi. Aidiyetin ortadan kalktığını, herkesin kendine göre bloglar açabildiğini ve yazma imkanına eriştiğini ifade etti. İnternet içeriği kaliteli mi acaba diye soran İhsan, internet yazarlarının da sonuçta matbu dergilerden faydalanan insanlar olduklarını, internetteki vasatın buna bağlı olduğunu savundu. Bu durumun aslında matbu dergilerin de halipürmelalini ortaya koyduğunu söyledi.

Bloglardaki üslubun dışarıda üretilen edebiyatla ilgili olduğunu söyleyen Gökdemir İhsan, iki alanın da çok farklı şeyler yazmadıklarını ileri sürdü. Matbu dergilerdeki yazıların aslında vasat blog yazıları olduğunu savundu. Yazan insan sayısının çok olduğunu, ama bunun olumsuz değerlendirilmemesi gerektiğini, belki de bu sayı çoğalırsa bu vasatı aşmanın da mümkün olabileceğini ifade etti.

Kültür sanat editörlüğü atölyesi gerçekleştirildi

Çarşamba gününün üçüncü etkinliği olan Kültür-Sanat Editörlüğü Atölyesi’ne Hale Kaplan Öz, Cem Erciyes ve Bedir Acar katıldı. “Kültür Endüstrisi ve Kültür-Sanat Editörlüğü” başlıklı etkinliğin yöneticisi Yeni Şafak gazetesi kültür-sanat editörü Hale Kaplan Öz’dü. Öz, sözü diğer konuşmacılara bırakmadan önce kapitalizmin insanların boş zamanlarını kuşatma amacını ifade eden Frankfurt Okulu düşünürlerinden Theodor Adorno’ya ait “kültür endüstrisi” kavramına değindi.

Sermayeyle ilişkiler eleştirelliği kısıtlıyor

Radikal gazetesi kültür-sanat editörü Cem Erciyes, kültür endüstrisi kavramının önemini, kültürün meta hâlini aldığı ve ekonomik dolaşıma sokulduğu günümüz dünyasında işaret ettiği gerçeklikten aldığını söyleyerek başladığı konuşmasını gazetelerin kültür-sanat sayfalarının ve çalışanlarının kültür endüstrisi ile ilişkilerine yoğunlaştı. Kültür gazeteciliği ile iştigal edenlerin gazeteci kimliği ile belli bir çıkarı gözetme arasında kaldıklarını ve süreç içerisinde gazeteci gibi düşünmemeye başladıklarını belirten Erciyes, kültür-sanat gazeteciliğinin yetişmiş insan ihtiyacı çeken alanlardan birisi olduğunu ekledi. Kültür-sanat muhabiri ile basın bülteni gönderen kurum arasındaki ilişkinin kültür endüstrisinin bu alandaki varlığını anlamak için çeşitli veriler sunduğuna dikkat çeken Cem Erciyes günümüzde kültür dünyasının aktörlerinin sanatçılar/yazarlar değil bir takım sermaye kuruluşları olduğunu söyledi. Sanata yatırım yapan sermaye kuruluşları ve gazetedeki reklam alışverişinin haberleri şekillendirdiğini ve eleştiriyi engellemesi yönünden önemli bir problem oluşturduğunu ifade etti.

Kültür endüstrisinin gelişmesi önemli

Erciyes’ten sonra söz alan Star gazetesi kültür-sanat sayfası editörü Bedir Acar, Star gazetesinin kültür-sanat sayfası açmasının gazetenin yeni sahibinin bu alana olan ilgisinden ve Türkiye’nin ekonomisinin gelişmesine koşut olarak ortaya çıkan boşluktan kaynaklandığını söyledi. Türkiye’de kültür ve sanata parasal bir imkân olarak bakılmasının, yatırım aracı olarak görülmesinin olumlu gelişmelere imkân sağladığını söyleyen Bedir Acar, milyonlarca dolarlık tabloların ve çok büyük miktarda meblağlara alıcı bulan eserlerin satıldığı müzayedelerin varlığının kültür-sanat sayfası açmalarının sebepleri arasında yer aldığını ifade etti. Farklı ideolojik cephelerin birbirlerinin etkinliklerine yahut sanatçılarına gazetelerinde yer vermediklerini söyleyen Acar, keskin cephelerin ortadan kalktığı, ideolojik karşıtlıkların yerini diyaloglara bıraktığı günümüz Türkiye’sinde dahi kültür-sanat sayfalarının gazetenin durduğu yeri gösteren bir turnusol kağıdı işlevi gördüğünü savundu. Türkiye’ye ait uluslar arası sanat kurumlarının, bienallerin, festivallerin, müzayedelerin, sergilerin günden güne çoğalmasının ve kültür endüstrisinin güç kazanmasının sadece sanata değil başka alanlara da çok güzel etkiler yaptığını ifade etti.

Sanatın metalaştırılmasına karşı çıkılmalı

Yakın bir zamanda gerçekleştirilen yüksek kültürü ve sokak kültürünü, cazı ve break dansı sentezleyen bir etkinliği ve Mevlana ile ilgili gerçekleştirilen şaşalı törenleri hatırlatan Hale Kaplan Öz bu gibi durumlara mesafeli yaklaşılması gerektiğini ifade etti. Kültür endüstrisinin en az sızdığı alan olan edebiyatta ise özellikle satış rakamlarını temel alan popüler kitaplar meselesine eleştirel yorumlar getirdi. “Sanatın kapitalizmle buluştuğu en yüksek nokta resimdir” diyen Ali Akay’a atıf yaparak Osman Hamdi Bey’in 9 milyon dolara satılan “Huzur” adlı tablosunu ve bu tablonun satışının medya tarafından işleniş biçimlerini anlatan Öz, kültür endüstrisinin sanatı kapitalist süreçlerin malzemesi hâline getirmesini eleştirdi. Yeni Şafak gazetesi kültür-sanat sayfalarında rakamsal değerlere yer vermeme gibi bir ilkeleri olduğunu ve bunun olumlu/olumsuz çeşitli tepkilerle karşılandığını kaydetti. Bugünün “ideolojiden sıyrılmış” sinemasının hazır üretilmiş hikâyeleri seçen, sermaye için risksiz olan projeleri tekrarlayan ve teknolojik imkânların kullanılmasıyla farklılık yaratıldığı izlenimi veren bir yapıya sahip olduğunu söyleyen Hale Kaplan Öz, okurun beğenisine ve zekasına saygı gösteren bir anlayışın geliştirilmesiyle kitle iletişim araçları içinde bir “kurtarılmış alan” oluşturulmasının mümkün olduğunu söyledi.

Kaynak: www.sosyalsosyal.com

 

Comments are closed.